July 31, 2002
11. gün: Sümela Manastırı
Gezinin son günü. Bugünü Sümela Manastırı'na ayırdık. Sabahtan odalarımızı boşaltıp eşyaları bisikletlerin yanına yığdık. Saat 10:00'da kalkan minibüsle yola çıktık. Enis'e bir tabure düştü. Trabzon-Sümela 46 km, minibüs 7.5 milyon TL.
Yol çok güzel ve tenha. Hemen Trabzon çıkışından içerilere sapıyor ve yine bir dereyi takip ediyor (Altındere). 25 km kadar sonra Maçka'dan geçtik. Kısaca görebildiğimiz kadarıyla Maçka çok sevimli, renkli, temiz ve gelişmiş bir yer izlenimini verdi. Buraya ayrıca gelmeye değer gibi. Yolun son 5-10 km kadarı yer yer bozuk, onarım halinde. Bir yerde de selden yolun yarısının çökmüş olduğunu gördük.
Nihayet minibüsün gittiği yere kadar geldik. Karadeniz Rehberi'nde bundan sonrasına sadece özel araçların gittiğini, minibüslere yasak olduğunu, 45 dakika kadar tırmanmak gerektiğini okumuştum. Bizi getiren minibüsün şoförüne sordum. O da yolun dar ve dik olduğunu, otomobilden başkasının geçemeyeceğini, onun için çıkamadıklarını söyledi. Fakat anladığımız kadarıyla işin aslı öyle değil. Çünkü bunların bıraktığı yerde başka minibüsler bekliyor ve isteyeni -tabii ki ücreti karşılığında- yukarı kadar götürüveriyor, bir koyundan iki post çıkartmayı amaçlayan mafyavari bir düzen yani.
Şoförümüz bize yukarı çıkan iki ayrı yol olduğunu söyledi. Biri arabaların kullandığı yol ve 3 km kadar, diğeri 1.200 m orman içi yaya yolu. Herkes kısa yolu seçti, Enis'in önerisiyle biz uzun yoldan çıktık. Sonra da en akıllıca seçimi yaptığımız ortaya çıktı. Uzun yol çok rahat yürünen, nefis doğa içinden geçen, az eğimli ve son derece keyifli asfalt/beton bir yol. Dönüşte kısa yolu seçtik ve yukarı çıkmaya çalışırken tıkanıp kalmış nefes nefese onlarca insana rastladık. Bu yol son derece kötü, dik ve taşlı bir patika. Eğer Sümela'ya giderseniz ve de ikinci minibüse binmezseniz bizim yaptığımızı yapın. Uzun yoldan çıkın (1 saat 15 dakika sürdü) ve kısa yoldan inin (iniş yarım saati buluyor, ayak burkma ve kayma/düşme tehlikesi var).
Heart | 0 | Comment | 0 | Link |
Manastıra çıkan yolun sonunda ellerinde güzel birer tur bisikleti olan ben yaşlarda iki adamın yanından geçtik ve anında Enis başımın etini yemeye başladı. "Niye biz de bisikletle gelmemişiz!" Dönene kadar da susmak bilmedi...
Manastırın kendisi bir harika. Gördüğüm tüm resimlerde -nedense başka resim yayınlanmıyor- sadece kayalara oyulmuş, kuş yuvası gibi bir dış görünüş vardı ve içini çok merak etmekle beraber fazla da birşey beklemiyordum. Oysa içerisi pek çok binadan oluşan bir kompleks. Kayalara oyulmuş ve tüm tavanı muhteşem fresklerle kaplı eski bir kilisenin yanında kısmen oyma, kısmen taş duvarları olan çeşitli yaşam alanları, keşişlerin inziva odaları ve -ne işe yaradığını bilemediğim- geniş salonları olan binalarla, mutfak, fırın gibi hizmet binaları var.
Manastır restore ediliyor. Ben bile farkettim ama mesleği bina restorasyonu olan Enis resmen şok oldu. Bu kadar baştan savma ve abuk-sabuk iş yapılamaz. Bence herşeyi olduğu gibi bırakıp sadece tehlikeli yerleri onarsalar yeterdi, oysa bunlar -neredeyse- yıkıp yeniden yapıyorlar. Bir de "Normal Yurdum İnsanı"nın eseri, klasikleşmiş Türk vandallığının şaheserlerini gördük. Binlerce yıllık fresklerin gözleri oyulmuş, üstlerine isimler kazınmış, yetişilemeyen yerlere de taş atılarak freskler tahrip edilmiş. Aslında buna gittiğim her yerde raslıyorum. İşin komik tarafı, restorasyon sırasında yeni konan taşlara bile anında isim yazıyorlar bu geri zekalılar. Ayrıca manastırın ziyarete açılmış bin yıllık tuvaleti, yakında tuvalet olmasına ve etrafta her dilden uyarı levhaları bulunmasına rağmen kokusuna bakılırsa hala bazı insan(!)lar tarafından kullanılıyor. Güsel Türkiye'm benim be...
Bir saat kadar manastırı gezip resim çektik. Saat 14:00'te minibüs dönüş yolculuğuna başladı (bu defa taburede ben oturdum ama yaşıma hürmeten şoför bir yastık ikram etti) ve 15:00 gibi Trabzon'da olduk. Aslında Boztepe'yi ve Gazi'nin Köşkü'nü de tavsiye etmişlerdi ama yol bizi yorduğu için geç bir öğle yemeğinden sonra otele dönüp lobideki televizyonun karşısında pineklemeyi tercih ettik.
Trabzon'da üç kere yemek yedik, üçü de Cumhuriyet Meydanı'ndaki Güloğlu'da. Hem kebapçı, hem de baklavacı. Tüm tatlıları harika, tavsiye ederim. Ayrıca servisi de güler yüzlü, ki şahsen bunu en güzel baklavaya yeğ tutarım. Güvenemediğimiz için balık yemeye cesaret edemedik. Ama hamsilerde aklım kaldı.
17:30 gibi toparlanıp limana gittik. Saat 18:00'de kalkması gereken feribot geç geldi ve ancak 19:15 gibi hareket edebildik.
Rate this entry's writing | Heart | 0 |
Comment on this entry | Comment | 0 |