July 21, 2002
1. gün: Sinop İçi ve Çevresi
Sabah 07:30'da kalktık, kahvaltı ettik. Türkiye'nin en kuzey noktası olan İnceburun'u ve buradaki feneri görmeyi yıllardır takıntı haline getirmiştim. Aynı şekilde Sinop Cezaevi de merakımı uyandırıyordu. Çantaları otelde bırakıp yola çıktık. Önce İnceburun'a gitmeye karar vermiştik. Bunun için ilk olarak şehir içinden yukarı doğru tırmanmak, sonra da tabelaları izlemek yetiyor. Biz de öyle yaptık, küçük havaalanının ve Su Ürünleri Fakültesi'nin önünden geçip devam ettik. Önceleri yol çok güzel asfalttı. Derken bozuldu, sonunda kendimizi varla yok arası taşlı bir yolda bulduk. Yirmi kilometre gelmiştik ve önümüzde daha yedi kilometre yol vardı. Kısmen binip kısmen yürüyerek, iki köpek saldırısını da kazasız-belasız atlatarak yola devam ettik. (Daha önce de bahsetmiştim; köpek saldırdığında duruyorum, köpeğe dönüp var gücümle "hoşt" çekiyorum. O zaman genellikle köpek saldırıyı bırakıyor. Oysa kaçsam kovalayacak. Aklınızın bir köşesinde bulunsun. Ama köpek sizi yerse sorumluluk kabul etmem. Alt tarafı köpek işte, ne yapacağı belli mi olur? ;)
Heart | 0 | Comment | 0 | Link |
25. kilometrenin sonunda yeni açıldığı belli olan ve ince çakıl döşenmiş bir yola çıktık. Kalan kısacık yol da son derece rahat geçti ve fenere ulaştık.
Fener 1860'lı yıllarda Fransızlar tarafından yapılmış (Bkz. bir sonraki sayfa). Teknolojinin gelişmesine paralel olarak da önceleri gazyağı, daha sonra da asetilen yakan ve her saat başı mekanizması kurulması gereken fener bugün tam otomatik hale gelmiş. Hava kararınca yanıyor, sabah kendi sönüyormuş. Bunları 100 senedir bu feneri çalıştıran ailenin reisi Erol Çilesiz'den dinledik. Ailesiyle fenerde yaşıyor. Önce buz gibi ayran, sonra da demli çaylar eşliğinde Erol Bey ve Ünye'li konuğu Şükrü Bey'le yaklaşık bir saat lafladık. Bu arada öğrendik ki biz o yol eziyetini boşuna çekmişiz. Az önce sözünü ettiğim çakıllı yol arazi sahibinin itirazı nedeniyle bir türlü kullanıma açılamıyormuş, onun için de tabelalar mecburen eski yolu gösteriyormuş. Dönüşte yeni yolu kullandık, 2-3 km'si yine bozuk olsa bile asfalta kadar çok kolay ve çabuk gittik. İnceburun'a gitmek istiyorsanız "Özel Arazi, Geçmek Yasaktır" yazan tabelayı görünce yarı açık kapıdan içeri dalın (bu kıyağımı da sakın unutmayın ;).
Günün ikinci önemli konusu Sinop Cezaevi idi. Fener dönüşü önünden geçerken durduk, bisikletleri bir direğe bağladık, adam başı birer milyonu bayıldık ve içeriye daldık. Sinop Cezaevi, türkülere konu olmuş, aralarında Refik Halit Karay, Burhan Felek, Sabahattin Ali, Zekeriya Sertel ve Nazım Hikmet'in de bulunduğu pek çok fikir adamını konuk etmiş, Türkiye'nin belki de en ünlü (aslında en kötü ünlü) cezaevi.
Sabahattin Ali'nin meşhur şiiri "Aldırma Gönül" 1932-1934 arasındaki mahkumiyeti sırasında burada yazılmıştır:
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Yaklaşık on yıl öncesine (1993) kadar açık olan cezaevi şimdi Kültür Bakanlığı'na devredilmiş ve restore edilerek bir kültür merkezine dönüştürülüyor. Aynı zamanda ziyarete de açık. Cezaevi 1214 yılında Sinop'u zapteden Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus tarafından mevcut kale içine inşa ettirilen surlara (İç Kale) ekler yapılarak oluşturulmuş tarihi bir mekan. Önceleri tersane olarak kullanılmış, 1882 yılında da hapishaneye dönüştürülmüş. Eski-yeni pek çok binadan oluşuyor. Fakat burada gördüğüm şeyler beni dehşete düşürdü. Bu kadar pis, izbe, insana ve insanlığa yakışmayan bir cezaevinin elli-altmış yıl önce değil de sadece on yıl önce kapatılmış olması beni şok etti. İnsanların, ne suç işlemiş olursa olsun, bu şartlar altında yaşamaya zorlanmış olması inanılmaz bir eziyet. Bilmiyorum şu an kullanımda olan diğer cezaevleri de bu kadar dayanılmaz mı...
Cezaevinden sonra gecikmiş bir öğle yemeği yedik ve uzun bir şehir turu yaptık. Sinop, güzel, büyük ve tarihi bir şehir. Ayrıca temiz ve bakımlı.
İl merkezinde görülen el sanatlarından birisi gemi modelleri yapımcılığı. 1950 yılında aftan yararlanarak Sinop Cezaevi'nden çıkan iki mahkum burada kalarak gemi modelleri yapmışlar, yanlarında çalıştırdıkları çıraklara kotra yapımını öğreterek bu sanatın Sinop'ta yayılmasını sağlamışlar. Çok çeşitli modellerde gemi yapıldığından farklı özellikte ağaçlar kullanılmakta. En çok kullanılan ağaçlar ceviz, gürgen, kavak, kiraz ve armut. Şu anda Sinop'ta faaliyet gösteren işletmelerden en eskisi Ayhan Kotra. Biz de otelin yakınlarında bulunan mağazaya daldık ve meslekte 50. yılını devirmiş olan Ayhan Demir'le sohbet etme ve mağazadaki irili ufaklı fakat hepsi son derece özenle yapılmış modelleri görme olanağı bulduk. Ayhan Bey'in bir de Boncuk adlı papağanı var. İlk defa bu kadar net konuşan bir papağana rasladım. Sinop'a uğrayan herkese bu mağazayı görmeyi, tam bir beyefendi olan Ayhan Usta ile tanışmayı ve de Boncuk'un gevezeliklerine kulak kabartmayı tavsiye ederim.
Çok önemli ve görülmeğe değer diğer bir yer de "Şehitler Çeşmesi". Rivayete göre bu çeşme, 30 Kasım 1853 tarihinde Rus Donanması'nın Sinop'u bombardımanı sonucu hayatını kaybeden şehitlerin ceplerinden çıkan paralarla yaptırılmış. Bu iddianın doğruluğu tartışılıyor olsa da, şehrin tamamen yakılıp yok olmasının ve 2.800 şehit verilmesinin anısını yaşattığı kesin. Bu çeşmeden su içenin artık Sinop'tan ayrılamayacağı da inanışlar arasında.
Daha sonra biraz daha dolaştık, akşam yemeği yedik, üçerbuçuk adet de muz götürüp saat 20:00 gibi odalara çekildik.
Yapılan yol: 60 km, yolculuk süresi: 4:17 h, ortalama hız: 14 km/h, max hız: 54 km/h
Today's ride: 60 km (37 miles)
Total: 60 km (37 miles)
Rate this entry's writing | Heart | 1 |
Comment on this entry | Comment | 0 |