Sinop Hakkında
Sinop - Dalgaların Kenti
Osmanlı devrinde ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, sürgüne mahkûm olanların bir çoğu Sinop'a gönderilirmiş. Böyle sürgün dostlar başına. Sinop en sevimli kentlerimizden bir tanesi. Bir efsaneye göre, Sinop adını eski Hellen tanrısı Aisopos'un (Nehir Tanrısı) kızı Sinope'den almış. Başka bir efsane, adı, Amazonların kraliçesi Sinope'ye bağlıyor. Hitit kaynaklarına göre de, Sinop Hititçe "Sinova"dan üretilmiş; arkeolojik çalışmalar, ilk yerleşim merkezlerinin Bronz Çağı'ndan da öncelere dayandığını gösteriyor. Daha sonraları, Sinop bir ayağını Pers diğer ayağını Hellen kültürüne demirlemiş olan Pontos devletinin başkenti olmuş. İÖ 70 yıllarında Sinop, Romalılar tarafından ele geçirilmiş ve buralara yeni Romalı vatandaşlar yerleştirilmiş. Kent sonradan Bizanslıların, daha sonra Selçukluların ve son olarak da Osmanlıların eline geçmiş. Cumhuriyet kurulduğunda Sinop sadece 5 bin kişilik bir nüfusu barındıran bir kasaba imiş. Bunun da en büyük nedeni olarak azınlıkların Birinci Dünya ve İstiklâl savaşı sonlarında kenti terk etmeleri gösteriliyor... 1950 yılında kurulan NATO askeri üssü ve 1970'li yıllarda başlayan endüstriyel gelişmeler kentin ekonomik yaşamında oldukça etkili olmuş ve nüfus kırsal kesimden gelen göçlerle 25 bine kadar ulaşmış. Fakat yazları 60 bine kadar çıktığı da oluyormuş. Amerikan üssünün geçen yıllarda kapatılması bir çok esnafı huzursuz etmişse de, bizim görebildiğimiz kadar, Sinop halkı pek etkilenmişe benzemiyor.
Tahta işlemeciliği, kumaş, kilim ve halı dokumacılığı Sinop'un geleneksel sanatları arasında; fakat bize kalırsa, şu manide belirtildiği gibi kentin en önemli "sanatı" balıkçılık:"Balık ağda sallanır/ Sallandıkça ballanır/ Balığımız olmazsa/ Bu baş nasıl hallanır."
(Sargun Ali Tont - Atlas Dergisi'nde çıkan bir yazıdan)
Diyojen de Sinopluydu
Orta Karadeniz kıyılarında yer alan, Karadeniz bölgesini, doğu ve batı olmak üzere ikiye ayıran bir yarımada... Pliyosen'e ve Dördüncü Zaman'a ait genç tortullardan oluşan, derin vadilerle yarılmış yarımadanın kuzeybatı ucunda, Türkiye'nin en kuzey noktası İnceburun; kuzeydoğu ucunda da, üzerinde Sinop kentinin bulunduğu dar bir kıstakla karaya bağlanan Boztepe Yarımadası...
İÖ 4500'lerden günümüze kadar çeşitli zamanlarda değişik medeniyetlerin gelip yerleştiği bilinen bu bölge, henüz somut kalıntılar bulunamamışsa da İÖ 2.binyılda Gaşgaların ülkesidir. Hitit metinlerinde, Karadeniz kıyılarında yaşadıklarından söz edilir Gaşgaların. Hitilerin erken dönemlerine ait buluntular da ele geçer bölgede. Sinope antik kentini ise, tarihçi Ksenophon, "Onbinlerin Dönüşü" adlı eserinde, "Paphlagonia'dadır ama Miletos kolonisidir" diye anlatır. Gerçekten de, İÖ 756 yılında Miletoslu tüccar göçmenler tarafından kurulan Sinope, Karadeniz kıyılarındaki ilk kolonidir.
Efsanelere göre ise, küçük bir yarımada kıstağında yer alan Sinope'nin kuruluş öyküsü biraz daha değişik. Bir efsaneye göre, Irmak Tanrısı Aisopos'un kızlarından su perisi Sinope'dir kurucusu. Bir diğer efsanede de Amazonların kraliçesidir Sinope. Kentin kuruluşunu Thessialı Autolykos'a bağlayan kaynaklar da vardır. Autolykos, efsanevi altın postu aramak için Argo gemisiyle Karadeniz'in doğusuna giderken buraya uğrayan Argonotlar'dan biridir. Strabon'a göre, bir tanrı gibi saygı gören ve kentin kurucusu kabul edilen Autolykos'un bir de bilicilik merkezi vardır burada. Zamanla gelişen, bir deniz üssü ve ticaret limanı haline gelen kentten, İÖ 1.yy'da hazırladığı "Geographika"sında söz eden Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon, Sinope'nin dünyanın o kısmındaki kentlerin en önemlisi olduğunu da eklemeden edemez.
Yine Strabon'un yazdığına göre, hem doğa hem de insanlar tarafından çok güzel bir şekilde süslenmiş olan Sinope'de, berzahın her iki tarafında da iç ve dış limanları ve olağanüstü iyi palamut dalyanları bulunur. Berzah doğal şeklini koruduğundan her iki yanı bugün de limandır ama, dalyanları dolduran palamutlardan söz etmek biraz zor. Ve Strabon, bir coğrafyacı olarak gözlemlerini aktarmaya devam eder: "Ayrıca, yarımada çepeçevre dik kayalıklarla çevrilidir ve bunlar arasında halkın 'Khoinikidos' dediği kaya kovukları vardır; su yükselince bunlar su ile dolar ve hem bu nedenle hem de bütün kayanın yüzeyinin diken gibi oluşundan ve çıplak ayakla geçmeye imkân olmadığından buraya erişmek güçtür. Daha yukarıda, kentte toprak verimlidir ve özellikle kentin dolayları çeşitli bostanlarla bezenmiştir."
İÖ 7.yy başlarında Kimmerlerin istilasına uğrayan Sinope, İÖ 6.yy'da, Perslerin Anadolu'ya hakim olduğu dönemde onlara vergi veren ancak bağımsız bir kenttir. Ksenophon'dan öğrendiğimize göre Sinopeliler, İÖ 401'de genç Kyros başkanlığında, Sardes'ten başlayıp Mezopotamya'nın güneyindeki Kunaksa'da noktaladıkları seferden yurtlarına dönerken buraya uğrayan -kendisinin de aralarında bulunduğu- Pers ordusunun Yunanlı paralı askerlerine, ya da diğer adıyla "Onbinler"e konukseverlik göstermiş, armağan olarak üç bin kile arpa unu, beş yüz ölçek şarap yollamışlardır. Askerler, kentin limanı olan Hermene'de beş gün kaldıktan sonra elverişli bir rüzgarla yelken açıp beş gün kıyıyı izlemişler. Kıyıları izlerken, söylentiye göre Argos gemisinin yanaşmış olduğu Iason Burnu'nu ve Partenios Irmağı'nın (Bartın Çayı) ağzını geçerek Herakleia'ya (Karadeniz Ereğlisi) varmışlardır.
Gymnasion, agora, tapınaklar ve sütunlu caddelerle gösterişli şekilde süslenmiş bulunan ve bugün büyük bölümü modern Sinop kentinin altında kalan antik kent, çevresini kuşatan güçlü surlara rağmen pek çok kez saldırıya uğrar ve el değiştirir. İÖ 3.yy'da Pontos Krallığı'na katılan Sinope, daha sonra bu krallığın ikinci -Amasya'dan sonraki- başkenti olur. Önemli bir liman ve balık ticareti merkezi olan Sinope bu dönemde daha da gelişir. Salamuracılığın Pontos bölgesindeki en önemli merkezi olan Sinope'de tutulan palamut balıkları dalyanlarda canlı olarak korunmaktaydı. İÖ 70'te Romalı general Lucullus tarafından ele geçirilen Sinope serbest şehir statüsü kazanır. Bizans devrinde ise, Karadeniz'in sayılı doğal limanları arasında önemli yeri vardır.
395-1204 yılları arasında Bizans egemenliğinde kalan kent, daha sonra Trabzon Rum İmparatorluğu topraklarına katılır. Ardından da Anadolu Selçukluların, Pervaneoğullarının ve bu beyliği ortadan kaldıran Candaroğullarının egemenliğine girer.
"Gölge etme başka ihsan istemem." Hepimizin daha ilkokul sıralarında bu ünlü sözüyle tanıdığımız, babasının kalp para bastığını, servetini bu yoldan kazandığını öğrendiğinde yurdundan kaçarak gittiği Korinthos'da, daha sonra da Atina'da her türlü gösterişten uzak, yaz kış bir fıçı içinde yaşadığını, tüm eşyasının bir asa, bir torba ve bir çanak olduğunu okuduğumuz ünlü filozof Diogenes'in (Diyojen) de İÖ 413'de bu kentte doğmuş olduğunu acaba kaçımız biliriz. Ya da Atinalı Antisthenes'in kurduğu Kynik Okulu'nun bir öğrencisi ve felsefesinin en ünlü savunucusu olduğunu... En büyük erdemin doğaya uygun yaşamak olduğunu, böylece insanda tutku, ölçüsüzlük, gösteriş ve kendini beğenmişliğin olamayacağını savunan Diogenes'e göre, bilgi ruhun olgunlaşmasını sağlar. Gündüz gözüne elinde fenerle dolaşmasını görüp soranlara verdiği "İnsan arıyorum" cevabı da herkesçe bilinir. İnsanların boş tutku, gurur ve budalalıklarıyla kendince alay eden ve inandığı ilkelere uygun bir yaşam süren filozof Diogenes'den başka, Patrion lakabıyla tanınan bir başka filozof Timotheos, şair ve tiyatro yazarı Diphilos ile tarihçi Baton da Sinop'un antik çağlarda yetiştirdiği ünlü kişilerdir.
Sinop çevresindeki İÖ 4500 yıllarına kadar inen en eski buluntulara Kabalı Çayı vadisinde rastlanmıştır. Ayrıca, çok sayıda höyükte İlk Tunç Çağı yerleşmeleri vardır. Merkez ilçenin çeşitli kesimlerinde Hellenistik, Roma, Bizans devirlerine ait yapı kalıntıları, mozaikler, heykeller, nekropoliste de pişmiş toprak kap-kacak parçaları ve mezar stelleri ele geçmiştir. Balatlar Kilisesi Bizans devrinden günümüze gelebilmiş yapılardandır. 1877 yılından beri bir kısmı cezaevi olarak kullanılan, şiirlere şarkılara konu olan Sinop Kalesi ise Pontos kralları tarafından yaptırılmıştır.
Osmanlı devrinde önemli bir liman ve gemi yapım merkezi olan Sinop'a 17.yy'da uğrayan Evliya Çelebi, halkının tüccar, marangoz ve gemici olduğunu söyler. Tersanelerinde zamanın en büyük gemileri yapılan Sinop, 19.yy'da bu önemli konumunu Samsun ve Trabzon'a kaptırır, ticaret de yalnızca Hristiyan azınlığın elinde sürmektedir artık. 19.yy sonunda yöreye yerleştirilen Kafkas kökenli göçmenler ise kent yaşamına ve kültürüne değişik boyutlar katar.
Sinop'un Türk devri yapılarının en önemlisi Ulucami ya da Alaeddin Camii'dir. 12 metrelik duvarları, çok büyük ve revaksız avlusu ve mihrap duvarlarına paralel uzanan iki sahınlı ana mekanıyla Güneydoğu Anadolu'daki camilere benzer. 1262'de Pervaneoğullarının yaptırdığı Süleyman Pervane ya da bilinen diğer adıyla Alaeddin Medresesi ise bir süre müze olarak kullanılmıştır. Bugün modern bir binada hizmet veren arkeoloji müzesinde yöredeki kazılardan çıkan arkeolojik eserlerin yanı sıra yine yöreden derlenen etnografik eserler, halı ve yazmalar da sergilenmekte. Ayrı bir bölümde sergilenen ve Bizans etkisi taşıyan ikonların ise 19.yy'da Sinop ve çevresinde bulunan kiliselerden müzeye getirildiği sanılmaktadır.
(Füsun Arman - Atlas Dergisi'nde çıkan bir yazıdan)
Rate this entry's writing | Heart | 0 |
Comment on this entry | Comment | 0 |