August 8, 1999
3. gün: Alaplı - Zonguldak
Börek ve çayla kahvaltı edip 07:55'te Alaplı'dan yola çıktım. Yol, dünkünün aksine, son derece tenha. Trafik yok gibi. Akşam yemek yediğim lokantanın garsonu kamyonların Demir-Çelik'e gittiğini, Ereğli'den sonra yolun rahatlayacağını söylemişti. Ama Ereğli'ye kadar da çok rahat geldim. Belki günlerden pazar olduğu içindir.
Heart | 0 | Comment | 0 | Link |
Alaplı-Ereğli 15 km kadar, saat 09:00 gibi vardım. Ereğli'yi çok beğendim. Demir-Çelik'i ortaya almış, üç tarafında büyümüş gibi sanki. Ferah, geniş caddeler, çiçekli, tertemiz parklar var. Limana bakan set üstünde fırıncı İbrahim Selam'la tanıştık. 65 yaşındaymış, 1950'lerde İstanbul'da çalışmış, bir daha da İstanbul'u görmemiş. Artık İstanbul'un o eski İstanbul olmadığını anlattım ona. Yine de aklı o günlerde gibi geldi bana.
15-20 dakika kadar İbrahim Amca ile lafladıktan ve de izin isteyip bir resmini çektikten sonra limandan Demir-Çelik'e kadar uzanan kordon boyunu gezdim. Şehir hatları gemisi Ataköy bir yanda boynunu bükmüş, parçalanmayı bekliyor gibi. Boyası dökük, camları kırık, tüm donanımı sökülmüş, öylesine yatıyordu. Sonradan öğrendiğime göre 23 Ocak 2004 tarihinde aynı yerde limana bağlıyken fırtınada batmış...
Çayımı içip 10:15 gibi yine vurdum yollara. İstikamet, Kozlu üzerinden Zonguldak. Akçakoca'da sorduğumda "Yol taaa Ereğli'ye kadar dümdüz" demişlerdi. Ben de bunu "Ereğli'den sonra ayvayı yedin" anlamına çekmiştim. Aynı soruyu İbrahim Amca'ya da sordum. "Biraz tırmanacan, soona Zonguldak'a kadar hep iniş" dedi. Eh, kırk küsur kilometrenin yarısı rampa demektir bu da...
Tam Ereğli'den ayrılırken Şemsi Denizer'in vurulduğunu öğrendim. Aslında bir gün önce olmuş ama tatilde gözüm ne gazete görür ne radyo-TV. Anca duydum. Aklıma hemen 1980 öncesi geldi. PKK gevşemeye başladı ya, yeni kışkırtmalar gerekiyor şimdi. Umarım o günlere geri dönmeyiz.
Ereğli çıkışı yaklaşık 1 km falan düzgün. Sonra tırmanmaya başlıyor. 3 km kadar tırmandıktan sonra "Tırmanma şeridi 4700 m" yazan bir tabela gördüm. Sanki oraya kadar düz yolmuş gibi! Fakat geniş omuzluğu olan dört şeritli bir yol. Güneşten başka sıkıntım olmadan yol alabildim. Derken Zonguldak tarafından gelen bir bisikletçiye rastladım. Seslenip beni durdurdu. Biraz lafladık. Bisikleti 12 vites yarış tipi. Ereğli'ye gidip akşama geri dönecekmiş, onun için hiç yükü yoktu. Yine de bu rampayı nasıl çıkacağını merak ettim. Kamyonlara asılıyormuş, bana da tavsiye etti! Yok yok, ben hem korkarım, hem de hile yapmak gibi geliyor bana. Bir de benim bisikletin vitesleri daha uygun, çeker atar taa yukarı kadar...
Toplam 7.5 km yolu yaklaşık 2 saatte tamamladıktan sonra bir ayran molası verdim. Sonra da yol iniş-çıkış olmaya başladı. Yine rampalar var, ama kısa ve ardından iniş geliyor.
Bir çeşme başında Zonguldak'lı bir mühendis ve eşiyle tanıştım. Hanım İstanbul/Sarıyer'liymiş ama yirmi senedir görmemiş. Biraz lafladık, nereden geldiğimi duyunca şaşırdılar. Zaten kiminle konuşsam aynı tepkiyi alıyorum. Oysa dünyada kimbilir kaç milyon kişi bisikletle geziyor, kimsenin haberi yok. Param olmadığı için otomobil alamayıp bisikletle gezdiğimi falan sanıyor olmalılar. Henüz kimse bunu söylemedi ama yakındır...
Artık inişler çıkışlardan çok olmaya başladı fakat inişin tadını çıkaramıyorum. Asfalt bir tuhaf olmuş, aslında asfalt değil ya, çakıl ve katran. Sıcaktan katran erimiş, çakıllar dibe batmış, katran yüze çıkmış. Vıcık vıcık katran içinde gidiyorum, tekerlekler yapışıyor ve en dik yerde bile hızım 40 km'yi bulmuyor. Ben de çakılların henüz yüzeyde olduğu açık renkli bölgeleri izleyerek biraz hız kazanmaya çalışıyorum.
Uzun bir inişin dibinde bir alabalık lokantası gördüm ve midemin ne zamandır kazındığını hatırladım. Saat 13:30 olmuş bile. Güzel, temiz ve sakin bir yer. Hizmeti güleryüzlü. Kozlu'ya da yakın, fakat günün ilk ve tek müşterisi bendim. Merak edip sordum. Normalde gelen çok olurmuş. O gün Zonguldak ve Kozlu'da Denizer'in cenaze töreni olduğu için kimsenin gelmediğini tahmin ediyorlardı. Ben yarım saat kadar sonra yola çıkarken nihayet birileri geldi.
Artık Kozlu'ya iyice yaklaştım. Yol hem tırmanıyor hem de dar ve çok trafik var. Yanımdan geçen bir otomobil aynama çarptı. Allahtan kırılmadı ama çok kızdım, ağzıma geleni söyledim. Hayvan herif durmadı, defoldu gitti. Derken meşhur tünellere geldik. Kuvvet Lordoğlu Atlas'taki yazısında burayı "Aydınlatılmamış ve yayaların da kullandığı üç tünel" olarak tanımlamış. Son kısmı doğru da bu arada aydınlatma yapılmış olmalı, tüneller yeterince aydınlıktı. Yine de ilk tünelden önce ışıklarımı yaktım. Eh, o kadar yolda koca aküyü bunun için taşımıştım. Tünellerin en güzel tarafı iniş olması. 40 km/h hızla pedal çevirmeden rahatça geçtim. Üçüncü tünelden sonra bir trafik ekibi beni durdurdu:
"- Do you speak English?"
"- Eh, icap ederse onu da konuşuruz ya, güzelim Türkçe'ye ne oldu ki?"
Bir an durdu, sonra kocaman sırıttı. Tabii ki onlar da beni yabancı sanmışlar. Biraz sohbetten sonra beni saldılar. Yolda başka vukuat olmadan, herhalde 14:30 falandı, Kozlu'ya vardım. Dümdüz uzun bir iniş vardı, ben de inerken hiç frenleri ellemedim. Kozlu'da kısa bir tur attım, sonra ver elini Zonguldak. Arası 5 km. 15:15 gibi vardım. Otel aramak için turlarken karşıma karakol çıktı. Kapıdaki polise otel sordum, o da beni komisere götürdü. Sonunda "Emniyet Oteli"ni tavsiye ettiler. Şaka gibi, değil mi ?
Burada bir gün dinlenmeyi ve 11 Ağustos'ta Bartın'da olmak için zaman geçirmeyi planlamıştım ama yolda gördüğüm bisikletli Zonguldak'ta iki gün kalmak yerine bir gün Bartın, bir gün de Amasra'da kalmamı önerdi. Bakalım, daha karar vermedim.
18:30 gibi akşam yemeği için otelden çıktım. O da ne! Bütün lokantalar kapalı. Buranın halkı tavuk gibi erken yatıyor herhalde. Belki de günlerden pazar diye böyle. Yarım saat dolandıktan sonra kapatmak üzere olan bir kızarmış piliçci buldum da aç yatmaktan kurtuldum. Onlar da TV haberlerine dalmışlardı, herhalde kapama saatinin gelip de geçtiğinin farkında değillerdi!
Sonunda Zonguldak'ta bir gün daha kalmaya karar verdim. Bütün gün Zonguldak'ta pinekledim. Biraz bisikletle dolaştım, sonra bir kitap alıp otel odasında onu okudum. Zonguldak bayağı küçük bir şehirmiş. Zaten her tarafta maden tesisleri var. Öte yandan, bir Madenci Anıtı var ki, bayıldım. Resimlerde herhalde belli olmayacak ama, heykeltraş (Prof. Dr. Tankut Öktem, bkz sonraki sayfa) son derece gerçekçi bir derinlik vermiş. Gerçekten de madenin derinliklerine bakıyormuş gibi oluyor. Işık hiç iyi değildi. Bakalım resimler nasıl çıkacak.
Yapılan yol: 71 km, yolculuk süresi: 4:24 h, ortalama hız: 16 km/h, max hız: 55 km/h
Today's ride: 71 km (44 miles)
Total: 226 km (140 miles)
Rate this entry's writing | Heart | 1 |
Comment on this entry | Comment | 0 |